Biri

Salzburg ve Çevresi

Bu bölümde, bazı seyahatlerimi özetliyorum ki, hayata yaklaşımları bana benzer dostlarıma, gazetelerdeki tur ilanlarından biraz farklı ve benim de deneyimlemiş olmaktan memnun olduğum bir alternatifi sunabileyim. Hep söylediğim gibi, beğendiğimiz bir yolu anlatmak, o yolu denemeye de vesile olabilir, yeni yollar aramaya başlangıç da olabilir. Detaya girmeden önce, şunları söylemek isterim:

1) Otomobil kiralamadık, bunun hiçbir zorluğunu da yaşamadık. 2) Güneşli hava ve güneşsiz hava arasında bizim seçtiğimiz tür bir yolculuk için çok fark var, izlenimler sırf bu nedenle dahi çok farklı olabilir. 3) Doğa ve estetik ile yakın bir ilişki kuracağımız sakin bir yolculuk hedefimizdi, bunun dışında bir beklentimiz yoktu. 4) O yöreye hiç gitmemiş birini hedef alarak yazdım ama gitmiş olanların da ilginç birkaç nokta yakalayacaklarını umuyorum.

1. gün: İstanbul – Salzburg: Havaalanından Salzburg ‘Altstadt/Eski Şehir’e taksi ile 15 dakikada gidiliyor. Yaklaşık 15 euro. Biz Mozart meydanının yakınındaki Weisse Taube otelinde kaldık. Yeri çok iyiydi, resepsiyondakiler nazik ve yardımcı idi, oda küçük, basit ancak temizdi. Seyahatlerde zaten odada çok az kalınıyor, bizim için yeterliydi. Salzburg’u tanıdıktan sonra şunu söyleyebilirim: Eğer şehre otobüsle 15 dakikada gidebileceğinizi söyleyen ucuz bir pansiyon bulursanız bu da bence doğru bir seçim olabilir, çünkü çevreye otobüs servisleri bir hayli sık, dakik ve iyi.Salzburg’da, müzelerin, meydanların ve görülmeye değer binaların yoğun olduğu ve araba girişinin belli şartlara bağlı olduğu ‘Altstadt/Eski Şehir’ Tuna’nın bir kolu olan Salzach nehri kenarında bizim ‘Altıyol – Kadıköy – Moda’ kadar bir yer. Nehrin öbür yakasında da daha ‘Yeni Şehir’ var ama oradaki çoğu bina da bizim ölçülerimize göre eski sayılır :) . ‘Eski Şehrin’ Nehirden uzak sınırında meşhur Salzburg kalesi var. İlk gün bu kaleye ‘funiküler’ (Festungbahn) ile çıkmanızı tavsiye ederim. (2. gün için anlattığım ‘Salzburg Card’ burası için de geçerli). Hem buradaki kafeden şehrin ötesindeki orman ve çayırları (Salzburg ve çevresini görünce ‘çayır’ kelimesini ne kadar zamandır söylememiş olduğumuzu farkettik) hem de bütün ‘Eski Şehri’ ve çevresini görebilirsiniz. Kalenin içi de gezmeye değer. Salzburg içi Lokanta ve kafe önerilerimi en sonda yazacağım.

2.gün: Salzburg: Eğer Salzburg’da çeşitli müzelere, şatolara, kalelere vs girecekseniz, ayrıca otobüs de kullanacaksanız ‘Salzburg Card’ almak ucuza geliyor. 24 saati 24 euro, 48 saati 31 euro. Süre, kartın ilk kez kullanımı ile başlıyor. Bu nedenle otele varır varmaz almanın bir sakıncası yok. Biz 2. gün eski şehrin sokaklarında hedefsiz gezmenin dışında şunları yaptık: Şehrin en güzel caddesi Getreidegasse’de dükkanlara, pastahanelere, insanlara bakarak ve Mozart’ın doğduğu evi gezerek yürüdük. Bir köprüden nehrin karşısına geçerek (Köprü en fazla 100 m) Mirabellgarten’a gittik. Buradaki sarayın (Schloss Mirabell) bahçesi küçük ama çok güzel. Burada ‘Sound of Music’ filminin birkaç sahnesi çekilmiş. Zaten Salzburg’da Mozart’tan sonra en önemli marka ‘Sound of Music’ filmi. Bu filmin çekildiği yerlere götüren turlar var, ben bu filmi çocukken seyredip çok da sevmiş olduğum halde böyle bir tura katılmayı istemedim ama filmin geçtiği bazı yerleri sonradan kendimiz gördük. (Göremediğimiz ama bu filmi sevenlerin görmesini önereceğim yer şehrin çok da uzağında olmayan Leopoldskron malikanesi, bahçesi ve önündeki gölettir). Mirabell saray ve bahçesinin önündeki durak olan Mirabell Platz’ı iyi bellemek gerekiyor, çünkü çevre köylere ve daha uzak birçok yere otobüsler burada duruyorlar. (Yanyana birkaç durak var, otobüs numarasına göre seçmek lazım). Mirabell Platz, ‘Eski Şehir’in karşısında, yani nehrin öbür yakasında. Bulunduğunuz yere göre eski şehirden 5 ila 10 dakikada yürüyebilirsiniz. Yürümek istemiyorsanız 3 ve 6 numaralı otobüsler ‘Eski Şehir’ ile bu meydanı bağlıyor. Bu ve diğer otobüsler için nehrin iki farklı yakasındaki kıyı yollarının birinin gidiş birinin geliş yönü olduğunu da söyleyeyim. Mirabell Sarayının bahçesini gördükten sonra 25 no’lu otobüsle 20 dakikada Hellburn sarayına gittik. Arşidük Marcus Sitticus’un yaptırdığı bir saray hem içi, hem de özellikle bahçesi için görülmeye değer. Sound Of Music filmindeki çardak (Gazebo) da – galiba sonradan – bu bahçeye inşa edilmiş. Çocuklar için bahçeye komşu bir hayvanat bahçesi de olduğunu ekleyeyim. Hellburn gezisinin en eğlenceli tarafı rehberle belli saatlerde gezilen ‘Şakacı Çeşmeler/Trick Fountains’ bölümü idi. Yüzlerce yıl önce, sadece akan suyun gücüyle maketleri hareket ettiren, kuş seslerini taklit eden, org çalan nasıl bir mühendislik olduğunu keyifle izliyorsunuz. Marcus Sitticus’un konuklarına hazırladığı şakalardan pay alarak biraz ıslanma riski olduğunun da tüyosunu vereyim. Daha sonra ‘Salzburg Card’ımızın bitmesine birkaç dakika kala tekne ile nehir gezisi yaptık ama açıkçası yapılmasa da olur. En eğlenceli tarafı gezi biterken teknenin nehir ortasında kaptan tarafından vals yapar gibi döndürülmesi idi. Gece de Schloss Mirabell’de bir klasik müzik konserine gittik. Ortam da, müzik de gitmeye değerdi. Salzburg’da her daim müzik var. Biz bunlardan kalede yemekle birlikte her gece sahneye konana, çok turistik amaçlı bulduğumuz için gitmedik. ‘Festival House’da çok güzel programlar vardı ancak mutlaka takım elbise gerekiyor – ki benim yanımda yoktu :) – ayrıca biletleri çok önceden satılıyor.

3.gün: Salzburg’dan St Wolfgang’a: Sabah kahvaltıdan sonra iki bavulumuzdan birini otele emanet bırakarak önce 3 no’lu otobüsle nehrin öbür kıyısından Mirabell Platz’a, oradan da 150 no’lu otobüse (Nispeten uzun yola giden otobüslere ‘Postbus’ deniyor yanlış algılamadıysam) binerek St Wolfgang gölü kenarındaki St Gilgen’e doğru yola çıktık. Hedefimiz St Wolfgang gölü kıyısındaki St Wolfgang kasabasıydı ama doğrudan otobüsle gitmek yerine, gölün batı ucundaki St Gilgen’e kadar otobüsle giderek (40 dk) oradan vapurla gölün kuzey doğusundaki St Wolfgang’a (40 dk) gitmeyi tercih etmiştik. Tek neden, bunun gölü vapurla neredeyse baştan başa geçmeyi de içeren daha hoş bir yolculuk oluşuydu. St Wolfgang gölü çok güzel bir göl, kasabası da çok güzel, tam biblo gibi. Seeböcken otelinde kaldık. Bu otel hakkında çok güzel şeyler okumuştum ama göl manzarası haricinde bu seyahatte beni en fazla hayal kırıklığına uğratan otel bu oldu. Görebildiğim kadarı ile bu kasabada hangi oteli gözünüz ve de bütçeniz tutarsa kalınır. Otele yerleştikten sonra Schallbergbahn (dağ treni) ile dağlara tırmandık. Tren biraz sarsıyor ama eğer hava açık, görüş iyiyse bu yolculuğu yapmağa değer. Yol sırasında da, yol sonunda da manzara çok güzel. Bizi iki sürpriz bekliyordu: Birincisi, yukarıda yerler karlıydı, (yani kıyıdan ve tekneden gördüğümüz karşı dağların karlı tepelerine ulaşmıştık) artık bu yıl kar görmeyiz diye kabullenmiştik ama nisan sonunda karlarda yürümüş olduk. İkincisi ise, St Gilgen’de vapura binmeden önce çok uzaklarda, çok yukarılarda ve de adeta bulutların arasında iki kulübe görmüş ve ‘Kim buraya gelir ki?’ diye sorgulamıştık. Meğerse dağ treninin çıktığı yer orasıymış! Aşağı indiğimizde göl kenarında birer kahve içerek otele döndük ve o gece yemek yemek haricinde başkaca bir şey yapmadık. Hem hava bozmuştu, hem Paskalya olmasına rağmen küçücük kasabada dışarıda kimse gözükmüyordu, en önemlisi de pestilimiz çıkmıştı :) .

4. Gün: Bad Ischl: Otobüsle bu kez yaklaşık 40 dakikada Bad Ischl’a gittik. (‘Ischl’ın telaffuzunun eşimin adı ile aynı olması da hoş bir espri oldu). Burası da gene imparatorların yazlık yeri imiş. (Turizm en fazla imparatorlar ve dini binalar sayesinde ayakta duruyor galiba) Kaiser Franz Joseph’in sarayı ve özellikle de bahçesi bu kasabanın en önemli turizm noktası. Kasaba U şekli çizen bir derenin çevrelediği alanda yer alıyor. Bad Ischl’ın neredeyse bütün park ve sokaklarını arşınladıktan sonra dinlenmek için kasaba orkestrasının akşamüstü ‘Paskalya’ konserine girdik ve yemek yeyip otele döndük. Bad Ischl adından anlaşılacağı gibi bir ‘Kaplıca/Spa’ bölgesi ve otelimizin çok yakınında büyük bir Kaplıca/Spa merkezi vardı, gece 12’ye kadar açık, ama bizim zaman ve enerjimiz buradaki bir Spa deneyimine izin vermedi. Bu kasaba ile ilgili iki önemli tavsiyem var: Birincisi kaldığımız otel/pansiyon. Hem tren, hem otobüs ‘gar’larının çok yakındaki bu otel 500 yıllık bir bina. Kasabanın neredeyse ortasında olmasına rağmen adeta tamamiyle dışında. Güzel bir korunun içinde. Otele sonradan ilave edilen verandada, doğanın içinde kendimizi çok iyi hissettik. Sadeliği, doğayı ve eski binaları seven – lüks aramayan –  her dostumun bir bahar, bu otelde hiç değilse bir gün geçirmesini dilerim. Sahibi Christian, dünyayı defalarca gezmiş ve gerek yaptığı tahta işleri, gerekse çeşitli yerlerden getirdikleri ile otelin içinde ilginç detaylar bulacaksınız. İkinci tavsiyem ise derenin kenarındaki Konditorei Zauner. Aslında pastahane olmasına rağmen yemeklerini de çok beğendik. (Bahar aylarında erken bir saatte, saat 20.00′de kapanıyor) Pasta ve tatlıları için ise çok etkileyici idi diyebilirim. Salzburg’dan buraya sadece bu pastahane için gelen bir çiftle tanıştık.

5. gün: Bavulumuzu otelde bırakıp trenle (20 dk) Hallstadt’a doğru yola çıktık. Küçük bir gölün kenarındaki bu köy, sanırım dünyadaki en güzel manzaralardan biri olarak biliniyor ve bu ünvanını da hak ediyor. Trenden indikten sonra küçük bir tekneye binmek gerekiyor ve 10 dakika sonra Hallstadt’tasınız. Gerçekten tablo gibi bir köy. Buraya yazın gelen biri, belki kalabalık nedeniyle benim övgülerimi paylaşmayabilir. Ancak bahar ayları içinde giderseniz etkilenmemek zor. Eşim, bu yörenin tuz madenlerini görmeyi kafasına koymuştu. Köyün en ucuna kadar yürüyerek funikülere bindik ve göle yukarıdan bakabileceğimiz bir yere çıktık. Ancak çilemiz (!) yeni başlıyordu. Tuz Madeni turu için daha epey bir yokuş yukarı yürümemiz gerekti. Aslında kapalı yerleri sevmem, bayağı da yorulmuştum ama ‘Buraya kadar geldikten sonra dönmek olmaz’ diyerek rehber eşliğindeki tura katıldık. (Yerin altında rehbersiz gezmek zaten mümkün değil.) Gerek önce yukarıdan gördüğümüz manzaralar, gerek sonra gezdiğimiz 2,5 milyon yılda dünyanın çeşitli hareketleri ile oluşmuş ve insanlar tarafından muhtemelen 150 yılda tüketilecek olan  tuz madeninin ilginçliği nedeniyle bu seçimi yaptığımızdan biz çok memnun kaldık, kuvvetli klostrofobisi olmayan herkese de öneririm. Maden içinde 1 saat 10 dakika kaldık, dar tünellerde yürüdük, tahtadan uzun kayaklardan kayarak aşağılara indik, en son vagonlarının tahta sıralarına ata biner gibi oturduğumuz trenle tekrar yukarı tırmandık ama bütün tur funikülerden başlayıp tekrar funikülerle köye inene kadar 3 saate yakın zamanımızı aldı. Tabii ki tuz madeni turuna katılmadan yukarı çıkmak ve manzaraya bakıp dönmek de mümkün. Daha sonra göl kenarında ayak üstü bir şeyler yeyip önce tekne, sonra trenle Bad Ischl’a döndük. Bavulumuzu alıp otobüs garına indik ve Salzburg’a döndük. Bad Ischl kasaba olarak değil ama kaldığımız otel ve Zauner pastahanesi nedeni ile benim hafızamda özel bir yer aldı.

6.gün: Aslında gezi burada bitirilebilirdi. Ancak benim göllere büyük sempatim olduğu için bir gün daha kalarak Almanya sınırları içinde olmasına rağmen Salzburg’un çok yakınındaki Königsee’ye (bir dağ gölü) gittik. ‘Eski Şehir’in hemen yanındaki duraktan son durağı Berchtesgaden olan (‘Associated Press’ esprisi bu ismi ezberleme çabalarımdan sonra beni artık güldürmüyor :) ) 840 no’lu otobüsü kullandık. (Bütün duraklarda hangi numaralı otobüslerin hangi saatlerde geçeceği yazıyor, parayı da şoföre veriyorsunuz). Berchtesgaden’e vardıktan sonra (45 dk) aynı yerden Königsee’ye otobüs kalkıyor ve 10 dakika sonra Königsee’desiniz. Burası yemyeşil, dar, nehir gibi bir dağ gölü. Almanya’daki en yüksek irtifadaki gölmüş. Çok derin olduğu belirtiliyor. En büyük özelliği, hem rengi, hem de etrafındaki yüksek dağlar. Gerçekten o daracık gölün iki yanındaki dağların sarplığı insanı etkiliyor. Gölün ortalarında, kilisesi ile ünlü, arkasında da o civarın en yüksek dağı Watzmann’ın olduğu San Bartalameo iskelesi var. Biz tarifeli turistik sefer yapan tekneye bindik ve buraya kadar gidip döndük. Zamanı olan için en sona gidip dönmek de önerilir. Gölün en dar yerinde tekne durdu ve bir görevli dağlara karşı trompet çaldı. Çaldığı notaların yankısını duymak çok hoş bir deneyim oldu. Dönüşte, önce nerede olduğunu keşfedemediğimiz Berchtesgaden’in ‘Eski Şehri’ni otobüs durağından çıkan bir merdiven vasıtası ile bulup bu güzel kasabayı da görmüş olduk. Kartpostallardaki yamaç üzerindeki evlerin manzara resimlerinin aslını buralarda görmek mümkün. Bir kahve içecekseniz, eski şehrin merkezinde değil, yamaçlara bakan bir kafede içmenizi öneririm. Son otobüs 18.15′te idi, bir önceki 17.15 otobüsü ile Salzburg’a döndük. (Bunu otobüs sefer sıklığı ve son otobüs saati ile ilgili bilgi olsun diye yazdım çünkü otobüsler gerçekten övgüyü hak ediyorlarsa da, uzak yerlere geç saatlerde pek çalışmıyorlar, nereye gitseniz son otobüsün kaçta olduğuna bakmak lazım. Son otobüsü kaçıranlar, aktarma yapmak kaydıyla trene mecbur kalabilirler.)

7.gün: Uçağa gitmeden önce, tabii ki gene Salzburg’un estetik sokak ve meydanlarını arşınladık. Birkaç küçük hediye aldık. Avusturya’ya gidenlerin bildiği top şeklindeki Mozart çikolatasının burada ‘Fürst’ pastahanesinde yapıldığını öğrendik, renkli değil beyaz yaldıza elle sarıyorlarmış, beğendik.  Bu gezide resim ve heykel müze ziyaretlerini düşünmemiş olmakla birlikte aklımda mutlaka görmek istediğim ‘Panaroma Museum’ vardı. Bu müzeye uğrayıp 1829 yılında Johann Michael Sattler’in yapmış olduğu Salzburg panoramasını hayranlıkla seyrettik. Dev boyuttaki resim bir büyük silindirin içine yerleştirilmiş ve siz bu silindirin ortasındaki platforma çıkarak, 1829′un Salzburg’unu ve çevresini sanki yüksek bir noktadan seyrediyormuş gibi görüyorsunuz. İki boyutlu değil, üç boyutlu bir izlenim veriyor. İnsanlığın birikiminin nerelerden geçmiş olduğunu bir kez daha hissediyorsunuz. Salzburg’da çok sayıda müze de var ama hiç değilse bu ‘panorama resmi’ şehri gezmenin bir parçası sayılarak mutlaka görülmeli derim. Yandaki fotoğraf bu resmin sadece  küçücük bir bölümünü gösteriyor.

Yapmadığımız çok şey kaldı ama, çok bahsedilen ikisini buraya yazayım: Birincisi, teleferikle Untersberg’e çıkarak Salzburg’a bakmak – nisan ayında teleferik bakımda olduğu için yapamadık. İkincisi ise çok turist çeken yerlerden ‘Dachstein Ice caves’. St Wolfgang’da veya Bad Ischl’dayken bir gün ayırmamız gerekiyordu, yeterince zamanımız yoktu, yapamadık. Yazıyorum ki, benzer bir seyahati yapacak olanlar dikkate alsınlar. Bunlar dışında tabii ki internetten veya kitaplardan bulabileceğiniz birçok başka görülecek yer de var.

En son olarak da yemek veya tatlı yenecek yerleri yazıyorum. Tabii ki, bunların hepsine gitmemiz söz konusu olmadı ama Salzburg’u tanıyan arkadaşların tavsiyelerinden yararlandım: Sacher (Viyanadaki meşhur pastahanenin şubesi, ortam güzel, fiatlar uygun, Sacher tart gereğinden fazla meşhur edilmiş olsa da, ben genel olarak tatlılarını da seviyorum) – Getreidegasse (Ana cadde üzerinde pastahane) – Istra (Tabldot balık) – Schloss Aigen (Taksi ile gitmek gerekiyor) – Peterskeller (Avrupa’nın hala çalışan ilk lokantası olduğu iddia ediliyor) – Andreas Hoffler – Triangel – der Goldener Kirsch – Die Blau Ente – Das Gewand Haus (Taksi ile gitmek gerekiyor) – Pfeffermuehle. Bunlara ilaveten hızlı ve basit yemek için ana cadde üzerindeki Avrupa’nın birçok şehrinde şubesi olan deniz ürünleri satan Nordsee’yi de hatırlatayım.

Tekrar söylemek isterim ki, bu programı ben kendi tercihlerime göre yaptım. Umarım, hayata benim gibi bakan biri, bu önerilerden yola çıkarak benzer bir geziyi, hatta daha da iyisini yapar, kendini iyi hisseder ve bu yazdıklarım karşılığını bulmuş olur. Bu yazılarıma çok ender kişisel resim ekliyorum ama aşağıdaki resmin bu yazının sonuna iyi gideceğini düşündüm, Mirabellgarten’da çekildi.



Salzburg ve Çevresi: 6 Yorum

  1. Kemal Tümerkan says:

    Bad Ischl’daki otelin adını yazmayı unutmuşum; ekleyene kadar hiç değilse burada bahsedeyim: Hotel Sonnhof

  2. Çağla says:

    Çok güzel bir gezi ve her ayrıntısıyla harika bir yazı olmuş Kemal Amca, ellerinize sağlık. Bir sonraki gidişimde Salzburg programım belli oldu. En yakın zamanda görüşmek üzere :)

  3. Bora&Yakut says:

    Gezgincilere güzel bir hazırlık yazınızı takip ederek güzel bir gezi yapabilirler resimler süper elinize sağlık.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

  • 'Ne Anladım Ben Bu Hayattan' en son
    05.03.2012
    tarihinde güncellenmiştir.
  • Gün gün yazılar

    Nisan 2024
    Pts Sal Çar Per Cum Cts Paz
    « Mar    
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    2930