Biri

Ren ve Mosel Nehri Kıyıları

Dostlarımın bildiği gibi, büyük şehirler dışındaki yerlere hoşumuza giden seyahatler yaptığımızda, öncesinde kendi yaşadığım belirsizliği hatırlayarak deneyimlerimi aktarıyorum.

Bu sefer Almanya’da Ren ve Mosel kıyılarını gördük. Özellikle Ren kıyısı bazı tur şirketlerinin nehir gemileri ile gezdirdiği yerler. Mosel ise Ren’e güneyden katılan önemli bir kolu. Bildiğim kadarı ile nehir gemi gezileri sadece Ren’i takip ediyor.

Biz hem Mosel’i görmek istediğimiz için, hem de kendi hızımızla (yavaşlığımızla :) ) gezmek istediğimiz için trenle seyahati tercih ettik. Gerek Ren, gerek Mosel kıyılarında sık ve düzenli tren seferleri var. Özellikle Mosel kıyılarında tren seyahati çok güzel manzaralar da sunuyor. Tek zorluğumuz ucuz bileti seçmeye gayret etmek oldu. Aslında Almanya’da kişi başı 49 euroluk çok elverişli aylık bir tren uygulaması var ama hem bazı trenlerde geçmiyor, hem satın alımı karmaşık. Özetle biz beceremedik ama aklınızda olsun. Buna karşılık tren ofislerinden alabileceğiniz gezdiğimiz bütün bölgeyi kapsayan bir tren kartı ya da tren / gemi seferlerini kapsayan tek bir kart yok.

Gezimiz Ren ve Mosel’e desem de, öncelikli hedefimiz Mosel kıyılarıydı. Yedi sekiz yıl önce kaybettiğimiz çok sevdiğimiz ve iyi dostumuz olan Alman komşumuz orada doğmuş, bir süre de oralarda yaşamıştı. Bize hep oraların güzelliğini anlatır, ziyaret edilebilecek kasabaların adını verirdi.

Sonuç olarak Ren ve Mosel gezimizi iki şehiri baz alarak yaptık. Ren kıyısında Wiesbaden ve Mosel kıyısında Cochem. Dolayısı ile ben bu bu iki şehir ve çevresinde neler yaptığımızı anlatacağım.

Hep söylediğim gibi: Birinin gittiği yolu anlatması, o yolu kendi seyahat anlayışımıza göre değiştirme hatta bu yolu reddetme imkanı verir.

Öte yandan ben bu seyahati yapmadan kendimi birçok başka seyahatimize göre daha belirsizlik içinde hissettiğim için aynı belirsizliği size hissettirmemeye çalışacağım. Yani bazen gereksiz denebilecek detaylar da vereceğim.

Wiesbaden’e tren S8 ve S9 Frankfurt havalanı Terminal 1’den kalkıyor. THY’yi bilmiyorum ama Pegasus Terminal2‘ye iniyor ve terminaller arası sürekli – ücretsiz – sefer yapan bir otobüsle Terminal 1’e geçmek gerekiyor.

WIESBADEN

Tren Frankfurt havaalanından yaklaşık yarım saat kadar sonra Wiesbaden garına (Hauptbahnhof) varıyor. Önce Ren’in karşı kıyısına geçip Mainz şehrine uğruyor ve tekrar Ren’den geçerek Wiesbaden’e varıyor. Bahnhofstrasse (Gar caddesi) garın karşısında uzanan cadde. Taksiler garın trenlere yakın kapısında değil, uçtaki kapısında duruyorlar. Biz Bahnhofstrasse’nin üzerindeki Luisenhof otelinde kaldık. Basit bir otel ama yeri çok iyi. Her şeyden önce eski şehire (Altstadt) ve yayalara ayrılmış Kirshgasse’ye yakın. Fiyatı da makul olduğu için lüks ya da konfor aramayanlara önerebilirim.

Wiesbaden meğer milyonerler şehri olarak bilinirmiş, çok daha önce gelmem gerekirmiş yani :)

Altstadt (eski şehir ya da şehrin tarihi en önceye dayanan bölümü diyelim) ve Kirch gasse’de gezinmek yapılabilecek en doğru şeylerden. Güzel binalar, güzel kafeler var. Buna bir gün ayırmaktan ziyade kaldığınız her gün bir iki saat ayırmak daha doğru.

Günün geri kalanı için burada yaptığımız ve duyduğumuz bazı aktiviteleri üç günlük bir program haline getirerek seçenek olarak sunayım:

  1. Markt Strasse’den kalkan mini trenle kentin diğer yerlerini gezmek. Bu mini trenden iki yerde inip bir sonraki turunda tekrar binebiliyorsunuz. Şehri gezerken her yerde park oluşuna; yeşilliklere ve ağaçlara hayran kalmamak elde değil. Hele mayıs ayında duyduğumuz kara tavuk ötüşlerinin güzelliği paha biçilmez. (Bu kadar güzel öten bir kuşa ‘kara tavuk’ adı da hiç yakışmıyor), İngilizcesi ‘Blackbird’)

Mini trenin iki durağından biri tepelerden birindeki Rus ortodoks kilisesi. Bebeğini doğururken ölen bir Rus prensesinin kendisini kendi topraklarında yatıyor hissetmesi için kocası yaptırmış. Mini tren burada 10 dakika duruyor, çıkıp kilisenin de içinde göz atmak için yeterli. Kendinizi bir an Rusya’da hissediyorsunuz.

Diğer durak ise bir funiküler istasyonu: Nerobergbahn. 1888 yılında yapılmış bu funikülerin ilginç bir teknolojisi var. Aşağı inen vagon, diğer vagonu yukarı çekiyor. Ancak bunu yapacak ağırlığa sahip olmak için vagonlardan biri yukarıdaki istasyonda alttaki haznesine su alıyor ve bu su aşağıdaki istasyonda boşaltılıyor. Bu boşaltılan su, yukarıdaki istasyona pompalanıyor, yani su ziyanı yok.

Bu funikülerle yukarı çıktığınızda şehrin yukarıdan güzel bir manzarasını, ağaçlar, çimenler, bir kafe, bir gazebo ve kara tavuklar göreceksiniz. İsterseniz funikülerle inin, isterseniz aşağı yürüyün. Aşağı inişin 1.6 km olduğunu gördük ama funikülerin çıktığı yükseklik 100 metreden az. Yani iniş yolunun aynı zamanda bir gezinti yolu olduğunu düşünebiliriz.

Başta da dediğim gibi bu gezi size yettiyse, günün geri kalanı için hedef Altstadt olmalı.

2) İkinci gün 4 veya 14 nolu otobüslerle Ren nehri kıyısına inmek ve buradaki Biebrich sarayını ve bahçesini görmek iyi bir seçenek.

Sarayın içine girilmiyor ama harika bir bahçesi var. Yanlış da anlaşılmasın, peyzaj değil ağaçlar insanı etkileyen. Sonuna doğru bir de gölet var ama biz oraya kadar yürümedik. Bu bahçede zaman geçirebilirsiniz.

Kıyıda birkaç kafe var. Ayrıca Ren nehrinden geçen teknelere ve kıyıdaki ördek ve kuğulara bakarak da avare ama güzel zaman geçiyor. Burası ayrıca haritalarda Ren boyunca uzanan trekking yolu olarak işaretlenmiş.

Buradan geri dönüldüğünde garda inerek bu sefer nehrin öbür tarafındaki Wiesbaden simetriği Mainz kentine gitmek bir seçenek. Günlük otobüs bileti alarak bunu yapabilirsiniz.

Biz Luisenplatz’daki meydan otobüs ofisinden günlük otobüs bileti aldık. Mainz’a giden 6 numaralı otobüs de, Mainz içi otobüs ulaşımı da bu bilete dahil. Mainz’da da Altstadt’ı gezdik. Bu otobüsle Ren’in karşı kıyısına geçtikten sonra höfchen durağına ulaşıp St Martin kilisesinin olduğu meydanı ve Augustiner caddesini bulmak gerekiyor, Wiesbaden’e göre bence daha dar bir alan. Bir şey kaçırmadıysak tek bir uzun sokağı baştan başa yürümek yetiyor. Burada Gutenberg müzesi görülebilir. Benim fikrim Wiesbaden daha güzel bir şehir ama Mainz’da kısa zaman geçirdiğimiz için haksızlık da ediyor olmayayım.

3) Üçüncü gün için Ren kıyılarının belki en meşhur kasabası Rudesheim’a gitmek bir seçenek. Tren yaklaşık yarım saatte gidiyor. Burası özellikle nehir gemileri ile yapılan gezilerin, özellikle de Noel zamanı en popüler uğrağı. Çok güzel kafeler ve lokantalar var.

Biz burada mini trenle etrafı gezdik, yakındaki tepelere çıktık. Sonra da Siegfried mekanik müzik aletleri müzesini gezdik – ki özellikle ikincisini tavsiye ederim.  Yüzyıl kadar önce teknolojinin insansız mekanik donanımla piyano çalmak hatta orkestra oluşturmak için yaptıkları şaşırtıcı.

Ayrıca teleferikle tepeleri gezmek de mümkün ama hava uygun değildi.

Wiesbaden ilave genel notlar:

Altstadt’a komşu Wilhelm caddesinin üzerindeki Kurhaus casino (kumarhane) ve şehir tiyatro/operası da görülmeye değer binalar. Kurhaus çok meşhur bir casino imiş. Binası da, göz attığımız kadarı ile içerisi de güzel.

Kolonları ile dikkat çeken Şehir tiyatro/opera binasında ise (Hessisches Staatstheater) güzel opera ve konserler var. Ancak sanırım epey önceden bilet almak gerekiyor. Ayrıca şehirde parklarda açık hava konseri ilanları gördük ki, bu kadar güzel parklarda konser yapmamak yazık zaten.

Yemek yediğimiz yerlerden Webers Vikinger’i çok beğendik. Bu mevsimde (Mayıs) taze kuşkonmazla yapılan yemekler her lokantada oluyor, not etmiş olayım. Uhrturm’da da tavsiye edilmişti ama denemedik. Eiscafe Rialto ise dondurma çeşitleri ve kupları için, Les Deux Messieurs ise tartları ve kahvaltısıyla memnun kaldığımız yerler oldu. Bunlar hep Bahnhof Strasse’nin sonunda, Altstadt’a giriş bölgesinde, sanırım Schlossplatz olarak adlandırılan ve yakınında belediye binası dahil birçok tarihi bina olan meydanın çevresinde. Hotel Luisenhof’tan ise beş dakikalık yürüyüş mesafesinde.

Tabii ki Wiesbaden’de görülecek yerler bunlarla sınırlı değil. Sonnenberg kalesi, botanik bahçesi, birçok park ve müze de var. Özellikle de termal su bölgesi olduğu için termal banyoları da unutmamak lazım. Bunları da keşfedecek olanlara bırakıyorum.

MOSEL KIYILARI

Başta söylediğim gibi, bizim asıl gitmek istediğimiz yer Mosel nehri kıyılarıydı. Bu bölgeyle bizi tanıştıran ve bir gün gitmemizi arzu eden Alman dostumuzu da anmış olduk bu gezi ile.

Ren nehri, Wiesbaden ve Mainz arasından geçiyor, Koblenz’de önemli bir kolu olan Mosel Lüksemburg istikametinde ayrılıyor. Ren sonra Köln’e doğru devam ediyor. (Nehrin akış yönü olarak değil, haritaya bakış olarak yazdım)

Wiesbaden’den trenle Koblenz’e yaklaşık bir buçuk saatte, Koblenz’den de Mosel üzerinde kalacağımız şehre; Cochem’e yaklaşık 40 – 45 dakikada geldik. Cochem’de Karl Müller otelinde yer ayırtmıştık ve oraya trenden indikten sonra 10 dakikada yürüdük. Daha sonraları gar ve otelin yakınındaki otobüs meydanı arasında epey sık seferler olduğunu gördük, bavullarla yürümeye değmezmiş.

Mosel promenadında yer alan otelimizi çok beğendiğimizi söylemeliyim. Bir kere son derece merkezi bir yerde. Ayrıca gerek kafe ve de lokanta olarak kullanılan terası, gerekse sardunyaların arkasından Mosel nehrine bakan balkonu ile kendimizi mutlu hissettik. Daha pahalı olsa da, balkonlu oda bence doğru seçimmiş.

Mosel boyunca Cochem ve diğer bütün kasabalarda birçok kafe terasta ya da geniş balkonlarda servis veriyorlar. Hem dışarıdan hoş görünüyor, hem de oturup bir şeyler içtiğiniz zaman güzel bir nehir manzarasına karşı oturmuş oluyorsunuz.

COCHEM

Cochem’in fazla büyük ve fazla turistik olduğundan korkuyordum ve acaba daha küçük bir köyde mi kalsak diye düşünüyordum ama araba kiralamadığımız için cesaret edemedim. Bugün özellikle Mayıs ayı için çok doğru kararı verdiğimizi düşünüyorum. Cochem de diğer kasabaların çoğundan büyük de olsa, bizim standartlarımızda gayet küçük bir şehir. Turistik de olsa rahatsız edici bir turist tuzağı sezmedik. Biz Mayıs’ta gezdik, belki bu nedenledir. Yazın farklı olabilir.

Nehrin iki tarafında da yerleşim var ve iki yaka güzel bir köprüyle bağlanmış.

Cochem‘de yapılacak şeylerin bence başında, şehre gelir gelmez tepede görülen ve bu kıyılardaki en büyük şato olan Reichsburg şatosuna çıkmak geliyor. Şatonun aşağıdan görünüşü de çok güzel ve masalsı. Şatoya yürüyerek çıkmak da mümkün ama biz otobüsle çıktık. Bütün otobüsler otobüs garı diyebileceğim ve merkezdeki köprünün hemen yanındaki meydandan kalkıyor. Her otobüs hattının hem gideceği yerler hem kalkış saatleri duraklarda yazıyor.

Şato eski bir şato ama yıkıldığı için yeniden yapılmış. İçini gezmek mümkün ama biz son rehberli turda Almanca rehbere denk geldiğimiz için gezmedik. Onun yerine kafesinde oturduk – ki çok güzel bir manzaraya sahip bir kafeydi. Oraya çıkan herkese öneririm. Şunu da söylemem lazım, biz ülkemizde genellikle böyle yerlerde manzara ya da mekan için fazla para ödemeye alışığız ama birçok Avrupa ülkesinde böyle değil, benzer hizmet ve ürünler için fiyatlar benzer.

Şatodan aşağıya yürüyerek indik. İniş yolunda çok sayıda şarap tadım evi, mahzeni ve satış yeri gördük. Şaşırtıcı boyutta da ‘Zimmer Frei’ (Boş oda) ilanı vardı. Yani bu şehirde muhtemelen çoğu zaman önceden yer ayırtmadan da gelip beğendiğiniz bir pansiyonda kalmak mümkün. Ancak bizim için bavullarla bu pek kolay olmayacaktı. Ayrıca dediğim gibi biz hem manzarası, hem de konumu nedeniyle otelimizden memnun kaldık.

Cochem’de sokaklarda dolaşmak, dondurma yemek, kafelerde oturmak – hele hava güneşli ise – bizim karakterimizdeki insanlar için neredeyse yeterli bir seyahat sebebi idi. Köprüden karşıya geçtik. Köprünün üzerinde durup nehri izlemek bile güzel bir aktiviteydi. Kırlangıçları ve aşağımızdan akan nehri izledik. Bunu da yazdım ki, böyle bir şeyden zevk almayacak biri buralara gelmeyi de düşünmesin :)

Turizm ofisinden önerilen üç şeyi yapmadık ama bahsedeyim: Teleferikle tepelerden birine çıkmak, mini trenle gezmek ve hardal imalathanesini gezmek.

Cochem’de memnun kaldığımız bir lokantadan da bahsedeyim: Kaleye çıkan yollardan birinde (Oberbachstrasse) eski bir şarap mahzenini lokanta haline çevirmişler. Pizzası güzeldi. Pizzeria Castello.

Şarapseverler için de söylemeden olmaz: Mosel kıyılarında şarap bağlarından geçilmiyor. Genellikle eğimli yerlerde farklı ailelere ait çok sayıda bağ görmek mümkün. Özellikle beyaz Riesling şarapları meşhur.

COCHEM’DEN GEMİ TURLARI

Cochem’i merkez olarak olarak alıp Mosel kıyısındaki başka çevre köylerine gittik. Bunları aşağıda anlatacağım.

Seyahat öncesinde aklımızda bazı yerleşim isimleri vardı ve buralara gemi ile ulaşabileceğimizi varsayıyorduk. Ancak hem umduğumuz şekilde kısa aralıklarla tarifeli gemi seferleri yoktu, ayrıca biz gelmeden nehir taştığı için Mosel’de su seviyesi hala yüksekti ve bazı seferler yapılamıyordu.

Ayrıca şunu not etmem gerekiyor ki, Mosel üzerinde elektrik elde etmek için seviye farkı ve gemi geçiş havuzları olduğu için uzak mesafelere ulaşmak çok zaman alıyor.

Örneğin bazı günler Cochem’den Koblenz’e gemi seferi var ama trenin 45 dakikada aldığı yol gemi ile 4 saat kadar sürüyor. Gezmek için güzel ama bütün kıyı yerleşimlerine gemi seferleri ile gezi yapmak pratik değil.

Gene de Mayıs ayı itibarı ile Cochem’den gemi ile nerelere gidilebileceğini özetleyeyim, yazın daha fazla sefer olabilir.

  1. Nehirde gemi turu (Mosel rundtfahrt):  Bir buçuk saat kadar sürüyor, anladığım kadarı ile Mosel’de gezdirip hiçbir yere uğramadan dönüyor.
  1. Beilstein: En sık sefer Cochem’in çok yakınındaki bu güzel köye. Biz de bu seferlerden biri ile Beilstein’a gittik, aşağıda bahsedeceğim.
  1. Traben – Trarbach: Suyun yükselmesi nedeniyle bu seferler iki hafta kadar iptal edilmişti. Bu nedenle biz buraya trenle gitmek zorunda kaldık. Gidiş gelişin bütün günü aldığını da ekleyeyim. Ancak gidiş gelişte birçok küçük güzel köye uğradığı için bu geziyi yapmayı isterdim. Bence yapılması gereken bir gemi gezisi.
  1. Koblenz: Koblenz’e de – en az 4 saat gidiş 4 saat dönüş – gitmek mümkün. Gidiş gelişin bir yönünü trenle yapmak daha doğru olabilir. Koblenz’in de güzel bir şehir olduğunu duydum ama biz uğrayacak zaman bulamadık. Özellikle Mosel – Ren ayırımını görmek isterdim. Büyük bir şehir olduğu için kısa bir ziyarette şehri tanıyamayacağımızı düşündük.
  1. Bir de Cuma ve de Cumartesi geceleri canlı müzik ve danslı, şarkılı gemi turu yapıldığını not edeyim.

MOSEL KIYILARINDA UĞRADIĞIMIZ YERLER:

Beilstein:

Buraya ‘Mosel’in incisi’ deniyor. Çok şirin küçük bir köy. Ancak benzerleri Avrupa’nın çeşitli yerlerinde var. Belki burayı farklı yapan nehir kenarında olması ve yeşillikler içinde tepedeki Metternich kalesi. Biraz zor gelse de, ortam da çok güzel olduğu için yavaş yavaş kaleye tırmandık. Ancak kalenin içindeki merdivenlerden en yüksek burcuna çıkamadık. Kondisyonu yeterli herkese de buraya çıkıp hem ortamın, hem manzaranın hem gene kara tavuk seslerinin keyfini çıkarmalarını öneririm.

Bu köyde bir de kilise ve kilisede “Black Madonna” (Siyah Meryem) var. Bu heykeli gördük, okuduğumuz kadarı ile İspanyollar 16. Yüzyılda şehri işgal ettiklerinde getirmişler.

Cochem’den buraya gelirken bir seviye havuzundan geçiliyor. Gemi, Volga’nın devamı olan Rusya su yollarındaki gibi bir ‘asansör havuza’ alınıyor, havuza su giriyor ve tekne yükselerek nehrin devamındaki daha yüksek seviyeye geçiyor. Bu da ilginç bir tecrübe ama zaman kaybettiriyor.

Trier:

Beilstein’dan döner dönmez, Cochem’den Trier’e giden trene bindik. Trier Lüksemburg sınırına yakın büyük bir merkez. Romalılar tarafından MÖ birinci yüzyılda kurulmuş ve Almanya’nın en eski şehri kabul ediliyor. İçindeki bazı yapılar Unesco kültür mirası arasında.

Unutmadan Trier’den 30 km kadar devam edilirse Lüksemburg’a geçilebileceğini de yazayım. Bir dostumuzun söylediğine göre Lüksemburg’da şehir içi ulaşım ücretsizmiş, bu da ilave bir motivasyon olabillir :)

Cochem – Trier arasındaki mesafe 100 kilometreden biraz az, tren de sadece birkaç yerde durarak 50 dakikada gidiyor. Ancak Trier gezisini Beilstein ve kale tırmanışı ile aynı güne sıkıştırmamız hata oldu. Aslında yarım günde böyle şehirlerin hakkını vermek mümkün değil.

Trenden aşağı inen caddeden – Bu da Bahnhofstrasse olmalı – 10 dakika yürüyerek ‘Porta Nigra’ya ulaşılıyor. Burası Roma dönemine ait en büyük şehir giriş kapısı. Karardığı için böyle adlandırılan – ve muhtemelen bir gün itiraz edilip adı değişecek olan :) – bu etkileyici yapının arkasında Altstadt uzanıyor. Arabaların giremediği bu bölge çok geniş bir alanı kapsıyor. Sokaklarında yürüyerek bile gün geçer.

Biz burada ‘hop on hop off’ tabir edilen turist otobüslerine binerek şehrin havasını algılamaya çalıştık. İlk izlenim olarak Wiesbaden’in daha güzel bir şehir olduğunu söyleyebilirim ama kesin konuşmamalıyım, çünkü Trier’de az zaman geçirdik. Burada kalacak biri için Porta Nigra ve Altstadt dışında Karl Marks’ın doğduğu evin, köprü, bazilika, anfitiyatro ve hamamlar dahil bazı önemli Roma kalıntılarının ve iki de önemli kilisenin (St Peter ve Meryem Ana) görülebileceğini söyleyeyim. Tarihe, özellikle Roma tarihine meraklı biri için çok ilginç bir şehir. Öncesinde biraz tarih çalışılarak, en azından Wikipedi’ye göz atılarak gelinmesi kaydıyla.

Traben – Trarbach:

Ren kıyısındaki bu kasabayı görmeyi özellikle istiyordum. Bize buraların methini yapan Alman dostumuz burada doğmuştu. Bu nedenle buraya uzun bir zaman ayırdık. Aslında ilk bakışta Cochem’in küçük bir modeli gibi. Çok zarif çok güzel bir kasaba. Cochem gibi nehrin iki tarafına inşa edilmiş ve bu iki taraf arasında Cochem’de olduğu gibi güzel bir köprü var.

Biz burada sadece iki yakanın sokaklarında gezindik, bir de bir kafenin terasına oturup kahve içtik, dinlendik. Kafedeki garson, oturduğumuz terasın – ki nehre yüz metre kadar uzaktaydı ve zemin katın üstüydü – bir hafta önceki nehir taşması sırasında sular altında kaldığını söyledi. Buraya gelecek olanların özellikle bu mevsimdeki şiddetli yağış ve su baskınlarını kollaması lazım.

Cochem’den buraya gemi ile de gelmek ve dönmek mümkün ancak bu yolculuğu bir ulaşım vasıtasından ziyade nehir gezisi olarak düşünmek gerekiyor. Böyle bir gemi yolculuğu ile gidiş dönüş bütün günü alsa da yukarıda da söylediğim gibi birçok köye uğradığı için yapılmaya değer. Biz zaten su yükselmesi nedeniyle seferler iptal olduğu için trenle geldik. Tren için Cochem’den 10 dakikada ulaşılan Bullay’da aktarma yapmak ve oradan da tek ray üzerinde giden küçük bir trene binmek gerekiyor. Toplam yol aşağı yukarı 40 dakika sürüyor.

Bu seyahati yapmadan Mosel kıyılarında görmeyi hedeflediğim yerlerden sadece Bernkastel- Kues dışarıda kaldı. Bunun da sebebi, trenin oradan geçmeyişi ve otobüsle gitmenin de biraz alengirli ve zaman alıyor oluşu idi. Programımızı daha fazla sıkıştırmak istemedik, Mosel kıyılarındaki son günümüzü daha rahat geçirmek istedik.

Gene de benzer bir seyahati yapacak olanlara şunu önermek isterim. Traben – Trarbach ve Bernkastel-Kues arasında sabah saat 11’de bir gemi seferi var. Onunla gidip gelmek güzel olur diye düşündüm. Bir de aradaki karayolu mesafesi 23 km olduğu için muhtemelen Traben – Trarbach’dan Bernkastel’e otobüs vardır. İlla otobüsle gidilecekse en doğrusu turizm bilgi bürosundan en kısa yolu öğrenmek. Ancak Bernkastel-Kues de buralara gelmişken görülmesi gereken bir yer.

SON BİR ÖNERİ:

Yapmayı planladığım ama yapamadığımız tek şey, Ren Nehri üzerindeki (Orta Ren bölgesinde) Sankt Goar kasabasının yakınındaki otel haline getirilmiş ‘Schloss Rheinfells’de kalmak oldu. Haftasonu yer yoktu, sonrasına ise sıkıştırmak ve Cochem zamanından çalmak istemedik. Buralara seyahat etmeyi düşünenler bu şato oteli inceleyip burada da zaman geçirmeyi düşünsünler derim. O bölgeye gidip burada kalanlar güzel bir deneyim olduğunu söylüyorlar.

TEŞEKKÜR:

Başta dediğim gibi bu seyahat için planlarıma uygun bilgi bulmak zor olduğu için bölgeyi bilen birkaç dostumuzdan bilgi aldım. Onlara hem verdikleri bilgiler için hem de detaylı sorularıma gösterdikleri sabır için teşekkür etmek isterim.

Tabii ki önce bizi bu bölgeyle tanıştıran sevgili Gerhard Immich (anısına sevgiyle); kalacağımız iki oteli de büyük bir isabetle öneren Walter Weiner, o bölgede gezmeyi seven ve sık sık oradan fotoğraflar paylaşan Facebook arkadaşım Alaattin Diker, bebeklerinin doğumuna denk gelen günlerde bile bana detaylı bilgi verme zerafetini gösteren sevgili Serhat ve Billur Özeren.



Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

  • 'Ne Anladım Ben Bu Hayattan' en son
    05.03.2012
    tarihinde güncellenmiştir.
  • Gün gün yazılar

    Ocak 2025
    Pts Sal Çar Per Cum Cts Paz
    « Haz    
     12345
    6789101112
    13141516171819
    20212223242526
    2728293031