Açıkçası bu bölüme bir kaç gün daha yeni bir şey yazmayacaktım. Butik üretim yapmak kolay değil …
Ancak bir ‘istek parçası’ (!) geldi. Çok sevdiğim bir genç dostum kadın-erkek ilişkileri üzerine yazmamı istedi. Adını ifşa edemiyorum ama bu istek bir kurgu değildir.
Bu konuya başka bir bölümde daha sonra değinecektim ama birden aklıma bu konunun daima iyi ‘rating’ yaptığı ve şu sıralarda sitenin iyi bir ‘rating’ e ihtiyacı olduğu geldi:)
Sonuç: Eski yazılarımdan toparladım, kendisine bir cevap verdim, başka bir akış içinde tekrar kullanma hakkım saklı kalmak üzere buraya da yazıyorum:
(Öznel bir görüş olduğunu söylemeye dahi gerek yok umarım.)
Yaşamımız çok sayıda dilekten ve o dilekleri gerçekleştirme süreçlerinden oluşur. Çözüm önerisi sandığımız çok şey dilektir; toplumların anlaşma mekanizmaları; örneğin ‘Demokrasi’ dilek içerir, özgürlük kavramı dilek içerir, ibadet dilek içerir, çocuk sahibi olmak ve aşık olmak dahi dilek içerir.
Aşık olduğumuz insanı, istediğimiz (Ondan başlayarak en hoşumuza gidecek şekilde tasarladığımız) insan yapabilme dileğiyle severiz ve bir ilişkinin oluşması karşımızdaki insanı bu şekle dönüştürme çabasını da içerir. ‘Kavgasız, tartışmasız ilişki olmaz’ diyenler bunu kastetmektedirler ki ben de aynı fikirdeyim. En azından çekişmesiz, insanın karşısındakine ‘nasıl bir dilek tuttuğunu’ gösterme mekanizmasına sahip olmayan bir ilişki olamaz – hiç kimsenin en başından tüm spesifikasyonlarımıza uymayacağı varsayımıyla (!) – çünkü karşımızdakini tasarlamadığımız (!) bir aşk olamaz !
Aşkın ömrü üç yıl (!) ya da her ne kadarsa; bu sürenin sonuna doğru tasarımımız ve gerçek arasındaki kapanamayacak farkı bir hayli doğru olarak algılamaya başlarız. O zaman ya bu farkı memnuniyetle kabul ederiz, ya birden veya yavaş yavaş isyan ederiz ya da ümidimizi kaybetmeyip, daha ziyade de alışkanlıktan ufak ufak tasarımı gerçekleştirme faaliyetimize devam ederiz; yani boşa kürek çekeriz…
Başlangıçtaki çekişmeler ne kadar kaçınılmazsa ve dileğimizin (ve de iyi niyetimizin!) bir yansımasıysa, belli bir noktadan sonraki çekişmeler bir o kadar kaçınılabilirdir. Artık çatışmalardan kaçınılarak ilişkiye çatışmaların yapacağından daha fazla katkıda bulunulabilir. Artık ilişkinin sürmesi için o çekişmelere gereksinimimiz yok; o çekişmeler artık tasarımımıza hizmet etmiyor. Karşımızdaki, değiştirebildiğimiz ve kendimizi anlatabildiğimiz kadarı ile tasarımımıza ancak bu kadar yaklaştırabildiğimiz bir insan… Yani “Ya kal ya ayrıl” (!)…
Minik ilave değişimler için o kadar çabaya gerek yok. Sonuçsuz o kadar çaba hem bizi yıpratır, hem karşımızdakini, hem de ilişkiyi… Oysa daha önceleri çabamız sonuçsuz değildi, tasarımımıza biraz biraz da olsa yardım ediyordu. Duygu alışverişine yardım ediyordu, bağ kurmamıza yardım ediyordu, birbirimizi anlamamıza yardım ediyordu, en azından karşımızdakini tasarımımıza ne kadar yaklaştırabileceğimizi anlamamıza yardım ediyordu ama artık etmiyor; çünkü artık neyi başarabildiğimizi üç aşağı beş yukarı biliyoruz!
Bu noktada çekişmeden, çatışmadan, tartışmalardan kaçınmak karşımızdakine “Ben seni bu halinle sevmeye ve kabul etmeye devam edeceğim” mesajı verdiği için çok önemlidir, çünkü bu mesaj kalıcı bir ilişkide herkesin hep duymaya ihtiyaç duyduğu mesajdır. (Yani çekişme yoksa sevgi de yoktur yaklaşımı bir noktadan sonra doğru değildir)
Bu vesile ile ilişkilerle ilgili çok önem verdiğim bir tüyo da vereyim: Özellikle ilk yıllardaki çekişme döneminde sevdiğiniz insandan uzaklaştıktan bir süre sonra tekrar aynı yakınlığa dönüyorsanız o ilişkinin geleceği var demektir. Yani aradaki bağ ‘elastiki’(lastik gibi) ise. Tasarımınızdan farklı olduğunu gördünüz ve uzaklaştınız ama iki gün sonra gene eskisi kadar yakın hissediyorsunuz; demek ki aradaki bağ ‘elastiki’. Eğer her uzaklaşmada biraz daha ‘uzak’ olarak yakınlaşıyorsanız o zaman o ilişki bitmeye mahkum.
“O zaman ya bu farkı memnuniyetle kabul ederiz..” iste o zaman aşık oldugunuz zamandır, fikrimce.