Biri

Gençlik Günlerimde Yazdığım Bir Öykü

ÇOCUKTUK, SÖYLEYEMEMİŞTİM SEVDİĞİMİ

İnsan on yedi yaşında ve alabildiğine dürüstse sevdiği kızın bir erkek arkadaşı olmasının önemi vardır elbet.

Sedat’ın sevdiği kız İngilizdi. Türkiye’ye bir yıl için geçici bir görevle gelen bir diplomatın en büyük çocuğuydu, adı Jeanne. Erkek arkadaşının adı ise Michael; beş yaşından beri Türkiye’de yaşayan bir delikanlı, üstelik Michael Sedat’ın bir kaç yıldır sınıf arkadaşıydı.

Ders yılı başlayıp da Michael Jeanne’yi tanıştırdığında kızı uzun süredir tanıdığı izlenimine kapıldı Sedat. Ona öyle geldi ki, dünyanın en iyi ressamı olsaydı ve hayalindeki kızı resmetseydi bu resim Jeanne’ninki olurdu. İnsan bu duyguyu ya bir insanda yaşar ya hiç yaşamaz.

Jeanne Türkiye’ye yazın gelmişti ve yabancı bir çevreye ilk girişin tedirginliğinden Michael’la hemen kaynaşmışlardı. Gün geçtikçe Sedat gecikmiş olduğunu fark ediyordu. Yüreğinin derinliklerinde biliyordu ki Michael Jeanne’yi sevmektedir ve kıza içten bir gülümsemesi bile arkadaşını arkadan vurma olacaktır. O gülümseme normal bir gülümseme değildir çünkü. Bir erkek sevdiği kıza herkese gülümsediği gibi gülümseyemez.

Yılbaşına doğru Michael’la Jeanne’nin beraberlikleri daha görünür oldu. Gerçi Jeanne, araya bir uzaklık koyuyor gibiydi ama nereye gidilse hep beraberdiler. Çekingence de olsa bazen el ele tutuşuyorlar ve günden güne kıza daha fazla bağlanmakta olan Sedat derin bir acı duyuyordu. Ayrı dünyaların insanı olmaları umrunda değildi ama ah arada Michael olmasa!

Jeanne’nin de dostluğuna değer vermesi, en küçük bir sorununda kendisine koşması durumunu daha da zorlaştırıyordu. Her akşam yatağa yattığında kumral kıvırcık saçlardan ve masmavi gözlerden başka bir şey düşünemez olmuştu. Jeanne’nin yeni yeni edindiği arkadaşların ağzını arıyor ve vardığı sonuç onu hep aynı çaresizliğe sürüklüyordu: Jeanne için Michael yalnızca çok yakın bir arkadaştı ama Michael ona sırılsıklam aşıktı.

Ocak ayı sınav dertleri, dönem tatili, hemen ardından gelen sarılık Sedat’ı arkadaş gruplarından da, Jeanne’den de bir süreliğine uzaklaştırdı. Mart başında hastalıktan kalktığında onu kötü bir sürpriz bekliyordu, gözlerine inanamadığı bir sürpriz. Michael arkadaş gruplarında değildi artık. Jeanne ise okulun Amerikalı öğretmenlerinden biriyle beraberdi. Hem öyle küçümsenecek bir beraberlik de değil; el ele, göz göze, sarmaş dolaş. Okulda bir şey belli etmiyorlardı ama dışarıda hep birlikteydiler.

Sedat içine kapanmış olan Michael’ı konuşturmaya çalıştı ama başaramadı. Jeanne, Michael’la karşılaşmamaya özen gösteriyor, Sedat’la dostluğunu ise, eskisi kadar yakın sürdürüyordu. Sedat öğretmenin onların arasına mı girdiğini, ya da bir nedenle araları açıldıktan sonra mı ortaya çıktığını anlamaya çalıştı ama araştırmaları sonuçsuz kaldı.

Çok sürmedi, bir ay kadar sonra okul kantininde Jeanne’nin yalnız başına oturduğunu gördü, baktı gözleri dolu dolu, içi burkuldu.

- Ne oldu Jeanne?

- Bıraktı beni, başkasını buldu.

Onun bu çocuksuluğu yüreğini parçaladı, teselli etmeye çalıştıysa da pek başaramadı. Ne derece doğruydu kestiremedi ama kızın üzüntüsünün aşkının derinliğinden değil, bırakılmanın ezikliğinden geldiğini düşündü, öyle umdu.

Sonra, ders yılının yoğun son günleri geldi. Michael’la Jeanne gene eskisi gibi dost olmuş gözüküyorlardı. Sedat da bir türlü kıza daha fazla yakınlaşma olanağı bulamadı. Michael’ı bu denli kolladığı için kızıyordu kendine. Duyarsız biri  çıkmış, kapıvermişti kızı ikisinden de. Öğretmenle Jeanne’nin sarılı vücutları geliyordu aklına arada bir, yüreği sıkışıyordu. Jeanne ile Michael’in arasındaki bağın bu kadar zayıf olduğunu bilseydi, belki kendi parçalardı. Gecikmişti artık, kızın ülkesine dönmesi yakındı.

Hiç unutamayacağı anlardan biri olduğu ayrılışları. Jeanne’ye arkasını döndüğü an burnunun sızladığını hissetti. Veda sırasında anlamıştı ki, kız da onu seviyordu.

Sonra yıllar geçti, o ilk gençlik yılları ve onları izleyen gençlik yılları gerilerde kaldı. Sedat üniversite yaşamı ile birlikte Michael’den tümüyle uzaklaştı. Jeanne’ye ise hiç yazmadı, adeta o ayrılış anının büyüsünü bozmak istemedi. Jeanne de ona yazmadı.

Tam on altı yıl sonra, İngiltere’de Jeanne’nin yaşadığı kente yolu düştü. O ilk gençlik yıllarındaki çarpıntıyı yeniden hissetti ve bilincine vardı ki, Jeanne’yi aramadan yapamayacaktır.

Jeanne’nin annesi ve babası onu sevinçle anımsadılar. Sedat onların israrlı davetlerini reddetti ve Jeanne’nin adresini istedi. Yaşadığı yerin trenle iki saatlik uzaklıkta olduğunu anlayınca sevindi. Ayrılırken içini kemiren soruyu sordu:

- Evlendi mi?

- Evlenmedi ama biriyle beraber yaşıyor.

Sedat pek aldırmadı. Sevdiği kadın, Michael’ın, o Allah’ın belası öğretmenin veya az önce konusu edilen adamın yüreklerindeki ya da kollarındaki kadın değildi. O, yalnızca, eğer büyük bir ressam olsaydı resmedeceği portreydi.

Trenle rüyada gibi bir yolculuk yaptı. Alacakaranlıktı ortalık ve yağmurun ardından çok tatlı bir renk sarmıştı ufku. Trenin penceresinden bakarken tüm geçmişini yeniden yaşadı.

Taksi çağırdığında hipnotize olmuş gibi hissediyordu kendini ama hoşnuttu halinden. Sanki öyle hissetmese yüreği duruverecekti.

Hiç anımsayamayacağı, hiç dikkat etmediği sokaklardan götürdü onu taksi. İndiğinde hala rüyada gibiydi.

Kapıyı Jeanne açtı, tam bir şaşkınlık sesi çıkaracaktı ki Sedat onu durdurdu:

- Lütfen bir şey söyleme.

Jeanne söylenene uydu.

- Yalnız mısın?

Üzerine basa basa “Bu gece yalnızım” dedi Jeanne.

- Bir şeyi bilmeni istediğim, bir şeyi de bilmek istediğim için uğradım sana. Çocuktuk, söyleyememiştim sevdiğimi.

Hiç beklemediği bu söze ne yanıt vereceğini bilemedi bir an kız. Sonunda güzel mavi gözleri dolu dolu oldu. Sedat yanıttan emin:

- “Sen de çocuktun, sen de beni sevmiş miydin?” diye sordu.

Bir şey söyleyemedi Jeanne, kaldı öylece.

Sonra birden uzandılar birbirlerine ve sonsuzluğu yaşamlarında ilk kez yanıbaşlarında duydular.

Sabaha doğru Sedat ayrıldı. Jeanne “Gece çok soğuk” diyebilmişti yalnızca. Sedat gecenin soğuğunu büyü bozulmasın diye göğüsledi, bilmediği sokaklarda ortalık iyice aydınlanana kadar dolaştı.

Birbirlerini bir daha hiç görmediler.

Sedat o geceyi en yakın arkadaşlarına bile anlatmadı. Yalnız çok neşeli ya da hüzünlü olduğu zamanlar:

- “Şu kadar yıl yaşıyor gözüksem de, aslında ben yalnızca ‘bir gece’ yaşadım” derdi ve dostları onun yaşamın kısalığından söz ettiğini düşünürlerdi.

Bu sözü içinden şöyle tamamladığını da bilmezlerdi:

“Bazıları için gerçekten o denli kısadır ki yaşam, ‘bir gece’ bile yaşamazlar.”



Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

  • 'Ne Anladım Ben Bu Hayattan' en son
    05.03.2012
    tarihinde güncellenmiştir.
  • Gün gün yazılar

    Mayıs 2024
    Pts Sal Çar Per Cum Cts Paz
    « Mar    
     12345
    6789101112
    13141516171819
    20212223242526
    2728293031