Dört tarafı çevrili, gökyüzüne açık bir bahçe gibidir benim özgürlük resmim.
Bahçenin bir sınırında diğer insanların maddi manevi kısıtlamalarından oluşan bir çit var, yanında Tanrı’nın kısıtlamalarından oluşan bir başka çit. Üçüncü yönde kendi içimizdeki kısıtlamaların ve dördüncü yönde de fiziksel kısıtlamaların çiti var.
Tabii ki bunların aralarında kuvvetli bir etkileşim de söz konusu. Örneğin çoğu zaman diğer insanların bize koyduğu kısıtlamaları kendi içimizdeki kısıtlamalar gibi algılarız.
Kimimizin bahçesi daha büyük, kimimizin bahçesi daha küçük. Bahçenin büyüklüğünün doğrudan mutlulukla ilgisi olmadığını uzun süredir düşünüyorum. Mutluluk dediysem lafın gelişi…Yaşamı ölüme tercih ediyor olmanın ‘jenerik’ bir simgesi olarak kullandım ‘mutluluk’ kelimesini.
Özgürlük bahçesinin büyüklüğü doğrudan ‘mutluluk’la ilgili değil, çünkü özgürlük de kısıtlanmadığını hissetme dileğinin duygusudur sonunda… Bahçe küçük de olsa, büyük de olsa insan kısıtlanmadığını hissediyorsa, hatta kısıtlanmaktan hoşnutsa özgürlük bahçesinin büyüklüğü bir ‘mutluluk’ ölçütü olamaz.
Farkı yaratan gökyüzü ! Kısıtlanmalarla ilişkimiz değil, kısıtlanmadığımız ama uçmadıkça bahçemize dahil olduğunun farkına varmadığımız gökyüzü…
Bilim, estetik, sanat, müzik(özellikle ayrı vurguladım), felsefe, araştırma, seyahat ya da kısaca ‘keşfetmek’…
Bu yönde, kısıtlanmadığımız için pek farkında da olmadığımız uçsuz bucaksız bir hareket alanı var ve bu alan genellikle de ‘mutluluk’ sunuyor.
Bahçenin küçüklüğü ya da büyüklüğü bir tek burada etken. Özgürlük bahçesi daha büyük olanlardan gökyüzüne doğru harekete geçenlerin olması, bahçesi küçük olanlara göre daha olası…
Üstelik bahçesi iyice küçük olanlar hareket etmek istediklerinde dibe doğru kazmaya başlayabilirler